ENDER’İN KANATLARI

Sabah yedi gibi uyanmaya alışıktı. O sabah da alarm çalmadan gözleri açıldı. Yatakta doğruldu, gerindi, vücudu pek de dinlenmemişti. Çalıştığı kafe hafta sonları yoğun olduğundan, pazartesileri böyle yorgun kalkardı. Başucundan vardiya çizelgesini alıp baktı, mesaisi öğleden sonra başlayacaktı. Hemen ayılmak için kalkıp pencereyi açtı. Yoğun bir tempoda çalıştığından, kendiyle kalabileceği az zamanı olurdu ve ne kadar dinlenmeye ihtiyacı olsa da hepsini uyuyarak tüketmek istemezdi. Hava kapalıydı, derin bir nefes çekti. Gri ve serin havaları severdi. Masmavi gökyüzü ve parıldayan güneşin altında, neşeli bir kalabalıktaki çekingen ve yalnız adam gibi hissederdi, etrafındaki neşeyi izler, anlam vermeye çalışırdı.

Odası havalanırken hazırlandı. Giysilerini sandalyesine gece yatmadan asmıştı; koyu mavi bir kot, gri bir gömlek ve gömleğiyle aynı renk çoraplar. Çıkarken kapıyı üç kez kilitledi. Her sabah uğradığı fırından iki simit alıp iskelenin biraz uzağındaki banklardan birine oturdu. Vapurları, kuşları ve denizi izlemeye bayılırdı. Özellikle kuşları, onlara imrenirdi. O gün kuşları izlerken gözleri doldu. Sanki ayakları yere zincirlenmiş gibi tutsak hissetti. Bu mutsuzluktan, sorumluluklardan, zorunluluklardan kurtulmak istedi ve “Tek bir dileğim olsa, ama bir tanecik dileğim; uçmayı dilerdim! Şu kuş gibi özgürce boşlukta yüzmeyi! Tek bir dilek yani! Ne para pul, ne mal mülkte gözüm yok. Hepsi başkalarının olsaydı, ama ben uçsaydım şu kuş gibi!” diye geçirdi içinden.

Tam o an, ensesinden fısıldayan bir ses duydu. “Ender!” Korkuyla arkasına baktı, kimse yoktu. “Beni göremezsin Ender” dedi ses “Sana tek dileğini vermeye geldim. Az sonra kanatların çıkacak, sakin ol ve uçmak için kanatlarını çırparak koş, kuşlar sana kılavuzluk edecek. Şimdi söyleyeceklerimi ise sakın unutma; eğer uçmak istemez, kanatlarından vazgeçersen, kanadından üç farklı renkte birer tüy koparıp yak. Bunu yaptığında onları senden geri alacağım. Unutma, bu senin tek dilek hakkın, buna yalnızca bir kez sahip olabilir ve bir kez vazgeçebilirsin” Ender heyecanla titriyordu “Ne? Gerçekten mi? Neden vazgeçeyim ki? Neredesin sen? Kimsin? Bir dakika! Hayır, hayır vazgeçmem! Neden vazgeçeyim ki? Kanatlarım mı olacak şimdi benim? Kimsin sen?” “Sakin ol Ender. Sakin ol. Telaşa kapılırsan uçamazsın.” “Tamam” dedi Ender “Tamam hazırım! Yani, şey! Sakinim! Sakinim!”

Birden, oracıkta gömleğinin sırtı parçalandı ve içinden siyah, gri ve mavi tüylerden oluşan iki heybetli kanat çıktı. Ender neye uğradığını şaşırdı. Rüyada olmadığına emin olmak için, kollarına yüzüne dokundu. Çevredeki insanlar koşuşup etrafını sardı. Ona dokunanlar, kanatlarını çekiştirip gerçekliğini kontrol etmeye çalışanlar;  kalabalık çılgına dönmüştü. Ender henüz yaşadıklarının şokunu atlatamamışken, etrafındaki bu bağıran, fotoğraflar çekip, kanatlarından kollarından çekiştiren kalabalık onu adamakıllı korkutmuştu. Kalktı, kalabalığı yardı ve koşmaya başladı, kanatlarını hareket ettirmeye çalışarak koşuyordu, uzun bir koşudan sonra nihayet havalandı, ama uzun süre havada kalamadı. Tekrar, daha hızlı koştu ve yeniden havalanmayı başardı. Havada kalmak için telaşla kanatlarını çırpıyordu ama bu gücünü tüketiyordu. Yanından geçen kuşa baktı ve kulağına fısıldayan sesin söylediklerini hatırladı, sakinleşmesi gerekiyordu. Sakince çırptı kanatlarını ve yavaş yavaş süzülmeye başladı. Bunların gerçek olduğuna hala inanamıyordu, aklını kaçıracaktı. Sonra düşündü ve dedi ki “Rüya, hayal ya da gerçek, hepsinin sonu var, en iyisi bırak ve tadını çıkar” ve süzülmeye başladı gökte, yükseldi, alçaldı, yükseldi…

Ender göklerde süzülürken, aşağıdan onu görenler fotoğraflarını çekiyorlardı. Daha yere inmeden haberlere konu olmuştu. Herkes ondan bahsediyordu. Ender ise aşağıdaki curcunadan bihaber süzülüyordu.

(devamı çok yakında…)

(Fotoğraf: Zeynep Kabak/Yalova/Ekim ’16)